Yeni Yıl, Yeni Umutlar, Yeni Bir Ruh....


Uzun süredir buralarda değilim. Hayat beni yine ağına almıştı sanırım. Kendime zaman ayıramadan oyunun içinde kaybolmuştum. Önce ailedeki sağlık problemleri, sonra iş yoğunluğu, yakın çevredeki sıkıntılar derken kendimi dinlemeyi unutmuştum yine. Sonra birşey oldu.... Güzel birşey. Uzun süredir heyecanla beklediğim misafirimiz, ailemizin yeni üyesi bizi seçip gelmeye karar verdi. Henüz yolda kendisi; yaklaşık bir ayı var.


Onun gelmesini beklerken yeni deneyimimin tadını çıkartmaya çalıştım ben de. Gerçi çok başarılı olduğum söylenemez. Yıllardır ilk defa bedenimdeki değişikliklere yenildiğimi hissettim. Aldığım manevi eğitimlerin etkisini istediğim kadar yansıtamadım yaşadığım ana ilk defa... Ben çözemediğim düğümler, açığa çıkan eksiklikler dedim; dostlarım,eşim hormonlar dedi. Adı her ne ise beni zaman zaman korkak ve karamsar yaptı. Oysa ki yeni bir ruhun yeni bir canın hayata gelişine aracı olmak, Yaratıcınla beraber çalışıp onun yaratıcılık sürecine sonsuzluktaki bir damla kadar da olsa bir katkıda bulunmak bence bir kadının başına gelecek en güzel deneyim. Buna rağmen duygusal taşkınlıklarım, çaresiz anlarım ve karanlık gündüzlerim oldu. Bu deneyimi çok daha farkında hormonlarımı yönetmeyi becerebilir halde yaşamayı çok isterdim. Yine de bir bedende iki ruh olmak, onunla tanışmak ve daha doğmadan varlığına şükran ve saygı duymak, aslında sadece onun kişisel menkıbesini gerçekleştirmesi için bir aracıdan başka birşey olmadığımı tek görevimin onun yoluna gitmesi için hayatını kolaylaştırmak, ihtiyacı kadar destek, fazlasıyla sevgi vermek olduğunun ayrımına varmak çok güzel, bir o kadar da büyük sorumluluk getirdiği için ürkütücü bir deneyim. Diyorum ya hormonlar... Bir şekilde gün içinde bütün deneyimlerimin içine yıllardır kullanmayı bıraktığım korku kelimesini dahil ediyorum. Bunun geçici olduğunu bilsem de enerjisiyle beraber hayatımdan çıkarttığım bu kelimeyi tekrar lugatıma farketmeden almış olmak canımı sıkmıyor da değil. Günde 4-5 defa korkularımı sevgiyle ve teşekkürle geldiği yere gönderiyorum. Ama benim uzantım olduğu için en az benim kadar inatçı olduklarını unutuyorum. Nihayetinde tekrar aynı dengeye kavuşağım; özellikle bebeğimi kucağıma aldığım an sanırım bu karmaşaların tamamı çözülecektir.


Neyse; babanla beraber sabırsızlıkla seni bekliyoruz Elif Defne. Adınla yaşarsın umarım bebeğim...

Yeni Bir Şans...






Her yılın ilk günü garip bir heyecan sarar bedenimi. Yeniyi, başlangıçları, tazeliği kim sevmez ki? Ben de severim; ama ürkerim de. Bilinmeyene,yaşanmamışlıklara ve yaşanamayacak olanlara karşı bir ürkeklik bu. Yanısıra bir de geçmişte bıraktığın yılın ağırlığı vardır üstümde. Yaptıklarım ve yapamadıklarım, kaçırdıklarım, kırdıklarım ve kırıldıklarım yüzünden. Kazandıklarımla beraber kaybettiklerim de vardır çünkü her yıl kesemde.


Benim bir de yıllık envanterim vardır ki evlere şenlik. Bir muhasebeci edasıyla bir gün önce sonlanmış olan o bir yılın dökümü yapılır. Hep zarardayım aslında. Daha artılar hanesi eksiler hanesini geçemedi. Bu envanterin tek muhatabı üstün gücüm, Allah' ım olunca da tabi sınıfta kalmış yaramaz çocuklar gibi eksik ve mutsuz ve panik oluyorum. Biliyorum ki kendime ve ona verdiğim kendime ve çevremdekilere dair sözlerin bir kısmı yine tutulamamış...


Yeni yıl böyle depresif başlamıyor aslında. Yeniler her zaman yeni bir kan olur dolaşımımızda. Tazelenir, tertemiz yeni bir nefesi içimize çekeriz. Yeni başlangıçlar yeni değişimler için yeni bir şanstır da... Sadece birkaç fiskeyle kendime hatırlatmaya çalışıyorum.. Yeni bir yıl... Sağlıklı ve ayaktayım... Ailem ve sevdiklerim sağlıklı ve hayatta. O halde neden kütlesel eylemsizliği bırakıp, önce kendin sonra sevdiklerin için gerekenleri yapmıyorsun? Sağlıklı ve hayatta olmak değil fark yaratan. Bitkiler çevremizdeki, doğadaki hayvanlar da sağlıklı ve hayatta. Şükür mekanizması iyi çalışmalı; evet. Bu kadar mı peki? Yapmamız gereken sadece bu mu? Yoksa; gelişmeli, değişmeli, 5 duyumuz dışında sahip olduğumuz diğer görüleri de ihmal etmemeli miyiz? Bizi diğer canlılardan ayıran ruhumuz ne olacak? En ihmal ettiğimiz yanımız değil mi? Ruhumuzu beslememiz, empatimizi geliştirmemiz, kendimizle ve herkesin kendi ilahi gücü ne ise onunla irtibatını güçlendirip tekrar barışması gerekmez mi?


Ben barıştım kendi içimde tüm kırıldıklarımla ve sevgiyle uğurladım onları. Bana yaşattıkları deneyimler ve dersler için teşekkür de ettim onlara. Benim öğretmenim oldular deneyimlerimde iyi ya da kötü. Kendimi de affettim yaptığım tüm hatalar için. Hala öğrenci , öğreniciyim bu hayatta. Sınıfta kaldığım dersleri alttan alırım dedim kendime... Yeni bir yıl var önümde. Projelerimi gerçekleştirmek için de... Kırdıklarım için de kocaman içi sevgi dolu bir özürler demeti de yolladım evrene.. Evren asla geciktirmez böyle dilekleri.. Bir de yardım istedim Allah'ımdan... Tüm planlarımı gerçekleştirmede bir vesile, bir rehber, bir ışık olsun diye... Olacak biliyorum..


Herşey çok güzel olacak. Herkes için... Hepimiz için. Kırdıklarım ve kırıldıklarım için de...


İyi yıllar herkese. Tanıdığım ve tanımadığım tüm güzel ruhlara. Hepinizi çok seviyorum...

Pandomim...



Hayat bir sahne deriz ya hep ve biz oyuncularız. Biz oyunumuzu oynarken teatral bir havada vurgularla konuşuyorsak ve jest ve mimikler devredeyse sorun yok. Bir şekilde iletişim var...



Ama ya sahne pandomim sanatçılarıyla doluysa ... O zaman işler karışıyor. Son zamanlarda farkettim ki hepimizin pandomim yeteneği var. Pandomim harika bir sanat dalı... Keyif alıyorum seyrederken. Ama sadece seyrederken. O sahnenin parçası olmak keyif vermiyor bana.


Dokunan gözler ve konuşan eller... Harika bir anlatım tarzı. Ama konuşma yeteneğimiz varken neden hayatımızı da pandomim sahnesine çeviriyoruz? Sadece kelimeleri kullanarak "kırıldım, üzüldüm, teşekkür ederim, seni seviyorum, varlığın beni mutlu ediyor, iyi ki varsın ya da çık hayatımdan" demiyoruz... Neden bir bakış, bir eda ya da bir mimikten anlama bekleniyor karşıdan. Eğer empati yeteneğin gelişmişse tamam; sorun yok. Empatim var, ama bu çok yorucu bir çaba. Daha kolay olmaz mı insan ilişkileri konuşarak ve birbirimizin gözlerine bakarak...


Dokunan gözler yine olsun ve konuşan eller de... Ama yanı sıra kelimeler de olsun ve tam ve gerçek bir iletişim için...

Kar Başladı Ankara'da...



Bugün Ankara bembeyaz... Daha doğrusu kahve-beyaz. Sabah yanımda kar yağışından dolayı melodiler mırıldanan birinin varlığından da olsa gerek farklı uyandım bu sabah. Fotoğraf makinam yine evde kalmıştı, yine bir sürü bence tekrarlanmaz kare kaçırdım. Hangi anın tekrarı var ki zaten? Bir sahne mesela... Bomboş bir kaldırım, iki yanında ağaçlar ve ortada boş,yalnız bir bank. Üstü karla kaplı ve yağış devam ediyor. Kahve-beyaz bir manzara. Arka planda; düzgün sırada dizilmiş, yapraksız, çıplak, pek bir cılız pek bir zayıf görünen ve şefkat duygularını kabartan söğütler... Kar yağmaya devam ediyor Ankara'da....

Her bir kar tanesi gibi her an da eşsiz. Şimdi şu an şu saniye geçti ben yazarken ve aynını yaşamam mümkün değil. Kar bende sabır, sakinlik, tek başınalık-yalnızlık değil-, yanı sıra bir boşluk, eksiklik ve tamamlanamamışlık hissi uyandırıyor. Buna rağmen ardından gelecek bahardan olsa gerek yakın zamanda olacak bir canlanmanın da müjdesini veriyor. Sanki diyor ki;" sabır, beklemek, dinginlik ve tek başınalğın ardından yeni bir sen yeni bir değişim yaklaştı. inişin çıkışı, soğuğun sıcağı, gecenin gündüzü gibi...


İnsanlar sadece yürüyorlar bugün Ankara'da. Hani tüm öğretiler der ya:"Sadece yaptığın eylemde ol; yaptığın eylem ol." diye... İşte bugün Ankara'da birçok insan sadece yürüyor. Düşmemek, incinmemek, yaralanmamak için... Maddi endişeler yok o sırada, terkedilen veya giden sevgili, yalnızlık ya da küskünlük yok. Yalnızca bir adım, bir adım daha ve ardından bir adım daha, tamam şimdi tekrar... Sadece kendi ve kendi yürüyor; başka duygu düşünce yok. Belki de bugün birçok kişi işyerine geldiğinde; daha sakin, daha medite, daha "yalnızca yürümüş " olacak. Ya da madalyonun diğer yüzü; sadece yürümediği için düşmüş, öfkeli, trafiğe takılmış, biraz ıslanmış, elbette ki "ama hayret verici bir şekilde" üşümüş ve çok haklı olarak çok öfkeli. Nereden baktığımız, penceremizin yönü önemli herhalde...


Ankara bugün daha yaşlı, daha bilge, daha mistik, daha anlayışlı göründü gözüme... Birilerine de daha "offf bu ne ya", daha karışık, daha kasvetli ve daha soğuk muhtemelen...


Ve tabii kar; bize ve tüm uyandırdıklarına rağmen yağmaya devam ediyor Ankara'da...

.....



Dağlamak yüreği aşk ateşiyle
Sonra eritmek gönül nehrinde öfkeleri
Yoğurmak tekrar sevgiyle
Ve dövmek onu sabır havanında
Nihayetinde kimbilir
Belki de kaybolabilmek ilahi sevgide……


Bazen sadece susmak, sessizlikte kaybolmak gerekiyor. Kırgınlıkların üstesinden gelmenin en iyi yolu sadece susmak… Sessizlikte cevaplar kendiliğinden hayat buluyor çoğunlukla.

İnsanın doğasında elindeki oyuncağı kırmak, yok etmek var. Tamamen tüketmek, bitirmek, mahvetmek üzerine yapılanmışız sanki.


Eee… Eline geçen oyuncak hele ki insan kalbiyse kırmak daha kolay oluyor. Elinde yumuşacık bir yürek varsa, sıcacıksa bir de , hafifse hele hele dilediğin kadar oynamak, sıcaklığıyla ısınıp kendi soğukluğunu ona vermek istiyor yüreksiz yürekler… Kabullenip başına geleni, yine de sevgiyle bakabilmek gerekiyor. Hasar alsa da hala hayattaysa o can, özüne doğasına uygun hareket edip içindeki sevgiyle affedip bu sefer diyor ki: Önce kendimi tamir edeyim!


Sonra… Sonrası yine öğrenilememişlikten kaynaklanan tekerrür dolu deneyimler… Öğrenilememişlik mi, yoksa yine de sevgim var zenginliğinden mi bilinmez. Her halükarda tekrarlanan yaralanmalar, kabullenmeler ardı sıra dolduruyor yaşamları.


Olsun… İnadına sevmek, inadına yaşamak, inadına büyümek bu olsa gerek




Gecenin karanlığında yolunu bulamıyorsan eğer,
Ayaz içine işliyor ve soğuktan yalnızlığını
Daha da fazla hissediyorsan…
Çözümsüzlükte kaybolup
Sorunun kendisi olduysan…
Tek yol artık tüm dünyayla beraber
Kendine acımak gibi görünüyorsa…
Önce eriyip acılarda
Ve yalnızlıkta,
Sonra da tekrar yoğrulmak gerek sabırla.

Blog Listem