Pandomim...



Hayat bir sahne deriz ya hep ve biz oyuncularız. Biz oyunumuzu oynarken teatral bir havada vurgularla konuşuyorsak ve jest ve mimikler devredeyse sorun yok. Bir şekilde iletişim var...



Ama ya sahne pandomim sanatçılarıyla doluysa ... O zaman işler karışıyor. Son zamanlarda farkettim ki hepimizin pandomim yeteneği var. Pandomim harika bir sanat dalı... Keyif alıyorum seyrederken. Ama sadece seyrederken. O sahnenin parçası olmak keyif vermiyor bana.


Dokunan gözler ve konuşan eller... Harika bir anlatım tarzı. Ama konuşma yeteneğimiz varken neden hayatımızı da pandomim sahnesine çeviriyoruz? Sadece kelimeleri kullanarak "kırıldım, üzüldüm, teşekkür ederim, seni seviyorum, varlığın beni mutlu ediyor, iyi ki varsın ya da çık hayatımdan" demiyoruz... Neden bir bakış, bir eda ya da bir mimikten anlama bekleniyor karşıdan. Eğer empati yeteneğin gelişmişse tamam; sorun yok. Empatim var, ama bu çok yorucu bir çaba. Daha kolay olmaz mı insan ilişkileri konuşarak ve birbirimizin gözlerine bakarak...


Dokunan gözler yine olsun ve konuşan eller de... Ama yanı sıra kelimeler de olsun ve tam ve gerçek bir iletişim için...

Kar Başladı Ankara'da...



Bugün Ankara bembeyaz... Daha doğrusu kahve-beyaz. Sabah yanımda kar yağışından dolayı melodiler mırıldanan birinin varlığından da olsa gerek farklı uyandım bu sabah. Fotoğraf makinam yine evde kalmıştı, yine bir sürü bence tekrarlanmaz kare kaçırdım. Hangi anın tekrarı var ki zaten? Bir sahne mesela... Bomboş bir kaldırım, iki yanında ağaçlar ve ortada boş,yalnız bir bank. Üstü karla kaplı ve yağış devam ediyor. Kahve-beyaz bir manzara. Arka planda; düzgün sırada dizilmiş, yapraksız, çıplak, pek bir cılız pek bir zayıf görünen ve şefkat duygularını kabartan söğütler... Kar yağmaya devam ediyor Ankara'da....

Her bir kar tanesi gibi her an da eşsiz. Şimdi şu an şu saniye geçti ben yazarken ve aynını yaşamam mümkün değil. Kar bende sabır, sakinlik, tek başınalık-yalnızlık değil-, yanı sıra bir boşluk, eksiklik ve tamamlanamamışlık hissi uyandırıyor. Buna rağmen ardından gelecek bahardan olsa gerek yakın zamanda olacak bir canlanmanın da müjdesini veriyor. Sanki diyor ki;" sabır, beklemek, dinginlik ve tek başınalğın ardından yeni bir sen yeni bir değişim yaklaştı. inişin çıkışı, soğuğun sıcağı, gecenin gündüzü gibi...


İnsanlar sadece yürüyorlar bugün Ankara'da. Hani tüm öğretiler der ya:"Sadece yaptığın eylemde ol; yaptığın eylem ol." diye... İşte bugün Ankara'da birçok insan sadece yürüyor. Düşmemek, incinmemek, yaralanmamak için... Maddi endişeler yok o sırada, terkedilen veya giden sevgili, yalnızlık ya da küskünlük yok. Yalnızca bir adım, bir adım daha ve ardından bir adım daha, tamam şimdi tekrar... Sadece kendi ve kendi yürüyor; başka duygu düşünce yok. Belki de bugün birçok kişi işyerine geldiğinde; daha sakin, daha medite, daha "yalnızca yürümüş " olacak. Ya da madalyonun diğer yüzü; sadece yürümediği için düşmüş, öfkeli, trafiğe takılmış, biraz ıslanmış, elbette ki "ama hayret verici bir şekilde" üşümüş ve çok haklı olarak çok öfkeli. Nereden baktığımız, penceremizin yönü önemli herhalde...


Ankara bugün daha yaşlı, daha bilge, daha mistik, daha anlayışlı göründü gözüme... Birilerine de daha "offf bu ne ya", daha karışık, daha kasvetli ve daha soğuk muhtemelen...


Ve tabii kar; bize ve tüm uyandırdıklarına rağmen yağmaya devam ediyor Ankara'da...

.....



Dağlamak yüreği aşk ateşiyle
Sonra eritmek gönül nehrinde öfkeleri
Yoğurmak tekrar sevgiyle
Ve dövmek onu sabır havanında
Nihayetinde kimbilir
Belki de kaybolabilmek ilahi sevgide……


Bazen sadece susmak, sessizlikte kaybolmak gerekiyor. Kırgınlıkların üstesinden gelmenin en iyi yolu sadece susmak… Sessizlikte cevaplar kendiliğinden hayat buluyor çoğunlukla.

İnsanın doğasında elindeki oyuncağı kırmak, yok etmek var. Tamamen tüketmek, bitirmek, mahvetmek üzerine yapılanmışız sanki.


Eee… Eline geçen oyuncak hele ki insan kalbiyse kırmak daha kolay oluyor. Elinde yumuşacık bir yürek varsa, sıcacıksa bir de , hafifse hele hele dilediğin kadar oynamak, sıcaklığıyla ısınıp kendi soğukluğunu ona vermek istiyor yüreksiz yürekler… Kabullenip başına geleni, yine de sevgiyle bakabilmek gerekiyor. Hasar alsa da hala hayattaysa o can, özüne doğasına uygun hareket edip içindeki sevgiyle affedip bu sefer diyor ki: Önce kendimi tamir edeyim!


Sonra… Sonrası yine öğrenilememişlikten kaynaklanan tekerrür dolu deneyimler… Öğrenilememişlik mi, yoksa yine de sevgim var zenginliğinden mi bilinmez. Her halükarda tekrarlanan yaralanmalar, kabullenmeler ardı sıra dolduruyor yaşamları.


Olsun… İnadına sevmek, inadına yaşamak, inadına büyümek bu olsa gerek




Gecenin karanlığında yolunu bulamıyorsan eğer,
Ayaz içine işliyor ve soğuktan yalnızlığını
Daha da fazla hissediyorsan…
Çözümsüzlükte kaybolup
Sorunun kendisi olduysan…
Tek yol artık tüm dünyayla beraber
Kendine acımak gibi görünüyorsa…
Önce eriyip acılarda
Ve yalnızlıkta,
Sonra da tekrar yoğrulmak gerek sabırla.

Hayatın Anlamı...




Bir gün yolda rastladım bir bilgeye
Sorayım dedim ona, ne buldun diye
Kolay mıdır cevaplamak hayatın anlamını
Yalnızlık nedir peki
Denizden kopan
Damlalar ulaşmak için tekrar bütüne
Ne yapmalı acaba
Bencilliklerden kurtulmak yeter mi
Ulaşmak için teke
Acısız yol var mıdır
Zor mu olmalı huzuru bulmak
Yari sevmek teki sevmek midir
Yoksa teki bölmek mi
Dedi ki bana:
Dur çocuk. Bu kadar
Çok soruyla çıkma yola
Bazen durmak boşlukta, sorusuz kalmak hayatta
Anı yaşamak gelmesidir tüm cevapların istemeden sana
Her nefesin kendi sorusu ve cevabı var…
Ben kendimi buldum yolda ve bu da yeter oldu bana…
Hayatın anlamı, hedeflediğin yolda yürürken hedefin artık yürüdüğün yol olmasıdır.her bir çakıl taşı, her bir zerre toz, hava, bulut, yağmur ,güneş ve tüm canlılar öğretmenindir o yolda…kendini kaybedip önce, sonra yeni beninle tanışırsın. Ve yeni sen yola tekrar çıkıp bu sefer, her tozun keyfini çıkarırsın. İşte o zaman öğrenci olur öğretmen ve yeni bir özle yeni bir beden. Bu yoldaki her dosta, düşmana teşekkür borçlu olursun…her öğretmen takdirini hak eder çünkü.
Hayatın anlamı kaybedip kendini sonra tekrar bulmaktır.
Hayatın anlamı yalnızlıkla kavrulup gönül bağında tekrar serinlemektir.
Hayatın anlamı anlamsızlıklarda yitip anlamın değerini bilmektir.
Hayatın anlamı zor olana ulaşmanın aslında en kolay yoluna sahip olduğumuzu kavramaktır. Gönül yolunu keşfetmektir hayatın anlamı…




Hayat mutluyken aldığın nefeslerin toplamı bence. Olaya böyle baktığında yaşadım hem de uzun yaşadım demek için kesende mutlu anlar biriktirmek gerekli. Mutluluğun,aşkın, tutkunun ve sevginin tanımı her birey için farklı. Kimi bir bebeğin gülüşünde, sevgilinin kollarında, anne kucağında veya çocukluğunun tozlu raflarında yakalar mutluluğu; kimi de sadece nefes almak bile mutluluktur der. Bir de asla mutluluğu yakalayamayan büyük bir güruh vardır ki gözlerinin gördüğü her şey mutsuzluk kaynağıdır. Ben hangi gruptayım? Ben araftayım. Bazen ciğerlerime çektiğim nefesle tüm hayatı alıyorum hücrelerime, canlanıyorum, yeniden doğuyorum sanki… bazen de neden hala buralardayım; hala mı gelmedi vakit diye bakıyorum. Durum böyle olunca da kesem bir doluyor, bir boşalıyor.

Dostlara...

Dostlar hayatı çekilir hale getiren varlıklar. Yokluklarını, eksikliklerini tamamlamak imkansız. Kendini maskesiz, tüm benliğinle açmadan dost olunmuyor. Bir kere açtın mı gönlünü, o kanaldan sevgi doldu mu hücrelerine tekrar o kanalı iptal de edemiyor insan. Sanki beslenme kanallarından birini kaybediyorsun yaşamda. Yanında yoldaşın, arkana taşın oluyor dost. Seni en çok seven, en çok kırabilen oluyor bazen. En derin yaralarını bir tek can dostun açabiliyor; çünkü onun yanında hiç zırhlanmıyor kalbin. Zırhın olmayınca beklemeyince ondan darbe, kanatıveriyor her yerini. Şaşkın bakakalıyorsun, ama yine de dostumdur diyorsun. Elindeki silahların bazen senin en derin yaralarını kapatan merhemler olduğunu hatırlayıp, yanağından süzülen kanayan yaşlarla gülümseyiveriyorsun ona yine de… Arada bir olur; sevgi de acıtır kimi zaman. ‘’Bir tokata sarımsak tarlasını satmam; diyorsun.’’ Öfkelenmiyorsun ki zaten. Kırılıyorsun,acıyorsun, kanıyorsun sadece…

Bir de gönlün diyor ki; her şey tamam da canımın içi, dostum, arkama daşım, yoldaşım, ne olur bir daha acıtma beni. Koltuk değneğim, desteğimsinsin. Bulutlu günlerde gülümseten güneş, karanlık gecelerde ay ışığı oldun bana. Soğukta ısındım, sıcakta içimi serinlettin; ama ben de tüm içtenliğimle gönlümü açtım; ayna olduk birbirimize. Beraber düştük, kalktık, beraber ağladık, güldük, dövüştük. Ben de hiç yalnız bırakmadım seni. Ben de kimi zaman acıttım belki seni… ben de yaraladım, kanattım belki. Bildim ki şimdi düşman elindense dost elinden gelen yaranın acısı beter oluyor. Dost gülümsemeden kapanmıyor yara; kapanmıyor işte…

Özgürlük Üzerine...


Özgürlük nedir? Özgürlük sonsuzlukta ulaşmak istediğin hedefte kaybolmaktır. Özgürlük büyümek, genişlemek, genleşmek, bedenine sığamayıp taşmak ve zenginleşmektir. Özgürlük özün gürleşmesidir diye okumuştum bir yerlerde. Özünün yani ruhunun genleşip genişleyip büyümesidir. O zaman özgürleşmek ilahiye ulaşmak, ona varmak ve yitip yok olmaktır. Ona varırken yolda gördüğün her parçasına aşık olup her bir zerresini içine çekmektir özgürlük…. Özgürlük aşık olmaktır, önce annene,babana, sonra dostlarına, sevdiğine, aşkına, her yaratılana ve sonunda O’ na ulaşıp onun aşkında bitirmektir bu sonatı… bitmeyen şarkıyı ta içlerinde hissedip eşlik etmektir ona.

Blog Listem